HOŞ GELDİNİZ

BU SAYFA MÜZECİLİK KONUSUNA İLGİ DUYAN BİR AKADEMİSYEN ARKADAŞINIZIN ALINTILARLA DÜZENLEMİŞ OLDUĞU ÇALIŞMASIDIR.

HOŞGÖRÜLÜ OLMANIZ DİLEĞİYLE...

"Geçmiş, Gelecek içindir..."

"Geçmişi bilmeyenler,Geleceğe yön veremezler."

Doç.Dr.R.Eser GÜLTEKİN
Restorasyon Uzmanı Y.Mimar & Sanat Tarihçi
Akdeniz Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Müzecilik Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Proğramı
Öğretim Üyesi

Perşembe

CUMHURİYET DÖNEMİNDE MÜZECİLİK

CUMHURİYET DÖNEMİNDE MÜZECİLİK
Şennur KAYA


Anadolu’nun çok zengin tarihi geçmişine ve bu geçmişin bize bıraktığı kültürel değerlere karşılık müzecilik faaliyetleri ülkemizde ciddi anlamda 19. yüzyılda ele alınmaya başlanmış, bu alanda bilimsel çalışmalar ise Cumhuriyet’in ilanından sonra hız kazanmıştır.

19. yüzyılın ortalarında Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa, Sultan Abdülmecit’in de teşvikiyle eski eserlerin toplanması hususunda İmparatorluğun çeşitli vilayetlerine genelgeler göndererek getirttiği eski eserleri Topkapı Sarayı birinci avlusundaki Aya İrini Kilisesi’nde toplamıştır. İstanbul’un fethinden sonra cephanelik olarak da kullanılmış olan bu kilisede aynı zamanda eski silahlar ve savaş ganimetleri arasında bulunan silahlar da bulunmaktadır. Böylelikle oluşan eserler 1846 yılında Fethi Ahmet Paşa tarafından Mecma-i Âsar-ı Âtika(eski eserler), Mecma-i Âsar-ı Esliha(eski silahlar) olarak düzenlenmiş, 1869 yılında da Aya İrini’de toplanan bu eserlere Müze-i Hümayun(İmparatorluk Müzesi) adı verilerek Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk müzesi kurulmuştur. Bu müzenin ilk müdürlüğüne bugünkü adıyla Galatasaray Lisesi tarih öğretmeni olan E. Goold getirilmiştir. Goold’dan sonra müze müdürü olan M. Dethier’in 1874 yılında kültür varlıklarının yurt dışına kaçırılmasını engellemek amacıyla hazırlamış olduğu“Âsar-ı Âtika Nizamnamesi” Türk müzeciliğinin ilk eski eserler yönetmeliği olması bakımından önem taşımaktadır. Aya İrini Kilisesi’nde eserlerin gün geçtikçe çoğalması ile birlikte başlayan yer sıkıntısı üzerine Müze, 1874 yılında Çinili Köşk’e taşınarak yapılan düzenlemelerin ardından 16 Ağustos 1880 tarihinde bir törenle halka açılmıştır.

1881 yılında Dethier’in ölümü ardından müze müdürlüğüne, güzel sanatlara ve arkeoloji bilimine büyük ilgisi bulunan Osman Hamdi Bey(1842–1910) getirilmiştir. Aynı zamanda ilk Türk müze müdürü olan Osman Hamdi Bey, gerçek anlamda müzeciliğimizin gelişmesinde önemli işler başarmış bir kişidir. Müze müdürü olduğu süre zarfında Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Anadolu’da yaptığı kazılarla Müze-i Hümayun’a çok sayıda önemli eser kazandırmasının yanında Türk arkeolojisinin de önünü açmıştır. Osman Hamdi Bey, göreve geldiği ilk yıllarda Çinili Köşk’te bazı onarımlar yapmış fakat gün geçtikçe sayıları artan eski eserleri burada korumanın mümkün olamayacağını anlayarak Çinili Köşk’ün karşısına yeni bir müze binası inşa ettirmeye karar vermiştir. Yapımına karar verilen ülkemizin ilk müze binası Mimar Vallaury tarafından tasarlanarak 1891 yılında tamamlanmış ve günümüzdeki İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin temellerini oluşturacak şekilde düzenlenmiştir. Fakat giderek artan kazı buluntuları nedeniyle bu binanın da ihtiyacı karşılayamaması üzerine doğusuna ve batısına yeni ek binaların eklenmesiyle müze tam olarak 1907 yılında bitirilmiştir. Ülkemizde inşa edilen bu ilk müze binası Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi adını almıştır. Osman Hamdi Bey’in bir diğer başarısı 1884 yılında kabul edilen ve 1973 yılına kadar yürürlükte kalan ikinci “Âsar-ı Âtika Nizamnamesi”ni(Eski Eserler Tüzüğü) hazırlamasıdır. Osman Hamdi Bey müze müdürlüğü yaptığı dönemde yalnız İstanbul’da değil Anadolu’nun çeşitli illerinde de müzelerin açılmasını sağlamıştır. 1910 yılında ölümünden sonra kardeşi Halil Edhem Bey 1931 yılına kadar müze müdürlüğü görevini sürdürmüştür.

Cumhuriyet’in ilanından önce 1914 yılında Süleymaniye Camii İmarethanesi’nde Evkaf-ı İslamiye Müzesi ile Osman Hamdi Bey’in Arkeoloji Müzesi’nin yanında açmış olduğu Sanayi-i Nefise Mektebi’nin Cağaloğlu’na taşınmasından sonra aynı yere 1918 yılında Müze-i Hümayun’a bağlı Eski Şark Eserleri Müzesi açılmıştır. Bunlardan Evkaf-ı İslamiye Müzesi’nin adı 1927 yılında Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak değiştirilmiş, 1981 yılında ise bugünkü yerine yani Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’na taşınmıştır. Bunların yanında 1917 yılında Meclis kararıyla müze dışındaki eski eserleri ve anıtları korumaya yönelik çalışmalar yapacak olan “Muhafaza-i Âsar-ı Âtika Encümen-i Daimisi”(Eski Eserler Koruma Kurulu) kurulmuştur.

Milli kültürümüzün sergilendiği müzelerin çoğalması ve yurt çapında yaygınlaşması ise 1920’li yıllardan itibaren Atatürk’ün bu konuya verdiği önemin sonucudur. Ankara’da ilk Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından hemen sonra kurulan Milli Hükümet, 9 Mayıs 1920 tarihli toplantısında okuduğu programda “ Milli eski eserlerimizi bir an önce derleyerek korumayı....” amaçları arasında saymış ve bu amaç doğrultusunda ertesi gün göreve başlayan yeni hükümette Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı daha sonraları Hars Müdüriyeti(Kültür Müdürlüğü) adını alacak olan “ Türk Âsar-ı Âtikası Müdürlüğü” kurulmuştur. Büyük zaferden sonra ise yine Atatürk’ün emriyle dönemin Milli Eğitim Bakanı İsmail Safa, 5 Kasım 1922 tarihinde “Müzeler ve Âsar-ı Âtika Hakkında Talimat” adı ile Müze müdürleri ve memurlarının görev ve sorumlulukları açıklayan, arkeoloji ve etnoloji ile ilgili eserlerin derlenmesi, envanterlenmesi, korunması ve yeni müzeler kurulmasını isteyen bir genelge yayınlamış ve illere göndermiştir. Yine aynı bakan döneminde Atatürk’ün direktifleri doğrultusunda kurulmuş olan Heyet-i İlmiye’nin aldığı kararlar arasında Ankara’da bir Milli Müze ve Etnografya Müzesi’nin kurulması, okullarda eğitim amaçlı okul müzelerinin açılması ayrıca var olan Âsar-ı Âtika Nizamnamesi’nin yeni şartlara göre yeniden gözden geçirilmesi yer almaktadır. 14 Ağustos 1923 tarihinde okunan Hükümet programında da yeni müzelerin açılması yapılacak işler arasında gösterilmiştir.

Atatürk’ün Ankara’da bir Hitit Müzesi’nin açılmasını istemesi üzerine 1923 yılında Kurşun Han ve Mahmut Paşa Bedesteni Milli Eğitim Bakanlığı tarafından onarılarak Ankara Arkeoloji Müzesi olarak açılmış ve 1967 yılında yeniden düzenlenerek müzedeki eserlerin çeşitliliği de göz önünde bulundurularak adı Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak değiştirilmiştir.

Cumhuriyet döneminde, yeni oluşturulan müzeler dışında ülkemizdeki önemli mimari eserler de müzeye çevrilmiştir. Bunlardan biri olan Topkapı Sarayı’nın 1924 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze olmasına karar verilmiş, Saray, yapılan onarım ve eserlerin tasnifinin ardından 1927 yılında ziyarete açılmıştır. 1934 yılında yine Bakanlar Kurulu kararıyla müze olmasına karar verilen bir başka eser ise o tarihe kadar cami olarak kullanılan Ayasofya’dır. Fetihten sonra camiye çevrilmiş bir diğer Bizans kilisesi olan Edirnekapı’daki Kariye Camii 1935 yılında müzeye dönüştürülerek Ayasofya Müzesi’ne bağlanmıştır.

30 Kasım 1925 tarihinde tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılmasının ardından buralarda yer alan müzelik değere sahip eserlerin mevcut müzelere nakledilmesine karar verilmiş, bu eserlerden bir bölümü de Ankara’ya getirilerek Ankara Etnografya Müzesi’nin oluşumu sağlanmıştır. İnşasına 1925 yılında başlanan Ankara Etnografya Müzesi aynı zamanda Cumhuriyet döneminde inşa edilmiş ilk müze binası olup 1930 yılında ziyarete açılmıştır. Kapatılan tekke, türbe ve zaviyelerden yalnızca Konya Mevlana Dergâhı ve Türbesi’nin eşyaları Atatürk’ün isteği ile aynen korunarak 1927 yılında müze niteliğine kavuşturulmuştur. Ülkemizin ilk güzel sanatlar müzesi, Atatürk’ün emriyle 20 Eylül 1937 tarihinde Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nde açılan İstanbul Devlet Resim ve Heykel Müzesi’dir.

Cumhuriyet’ in ilk yıllarında adı geçen müzelerimizin dışında, Anadolu’nun birçok ilinde yeni açılan veya mevcutlarının yeniden düzenlenmesiyle müzelerin ülke çapında yaygınlaşması da sağlanmıştır.

1931 yılında Atatürk, Konya Mevlana Dergâhı ve Türbesi’ni beraberindeki bilirkişilerce ziyaret etmesinin ardından gördüğü eserlerin bazılarının depo olarak kullanıldığını ve bazılarının durumlarının çok kötü olduğunu yerinde tespit etmiş, bunun üzerine aynı gün Konya’dan dönemin Başbakanı İsmet İnönü’ye “acele ve önemlidir” kaydı ile onarıma ihtiyacı olan anıtların onarılması, müzelerde bulunan eserlerin envanterlerinin çıkarılması, arkeologların yetiştirilmesi için yurtdışına öğrenci gönderilmesi konularını içeren uzun bir telgraf çekmiştir. Müzecilik tarihimiz içinde önemli bir yeri olan bu telgrafın ardından, Avrupa’ya arkeoloji eğitimi için öğrenciler gönderilmeye başlanmış, 1936 yılında Ankara Dil, Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin açılmasıyla birlikte ülkemizde müzelere uzman personel yetiştirilmesi daha bilimsel bir yön almıştır. Yine aynı telgraf üzerine Vakıflar idaresince gerektiği gibi korunamayan eski eserlerin bakımı Milli Eğitim Bakanlığı’na verilerek bu bakanlık bünyesinde Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü oluşturulmuştur.

Cumhuriyet döneminde konuya verilen hassasiyetin sonucunda sayıları ve çeşitleri giderek artan müzeleri günümüzde şu ana başlıklar altında toplamamız mümkündür.

1- Arkeoloji Müzeleri; Tarih öncesi çağlardan Bizans döneminin sonuna kadar olan dönemlere ait sanat eserlerinin sergilendikleri müzelerdir. Ülkemizde en önemli arkeoloji müzeleri İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Antalya illerinde yer almaktadır.

2-Tarih, Sanat Tarihi ve Etnografya Müzeleri; Anadolu Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait sanat ve etnografik eserlerinin sergilendikleri müzelerdir. Topkapı Sarayı Müzesi, Türk İslam Eserleri Müzesi, Konya Mevlana Müzesi, Ankara Etnografya Müzesi bu müzelerimizden önemli bir kaçıdır.

3- Atatürk ve Türk Büyükleri Müzeleri; Atatürk Evleri, Ankara’da Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Müzeleri, İstanbul’da Tevfik Fikret Evi gibi önemli olayların ve kişilerin anılarını yaşatan müzelerdir.

4- Anıt Müzeler/ Açık Hava Müzeleri; Ayasofya, Kariye gibi mimari ve süsleme açısından önem taşıyan müzelerdir.

Ülkemizde müzeler dahilinde “Ören Yerleri”nin çoğu da Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü denetiminde Müze niteliğinde ziyaret edilmektedir.

5-Müze Evler; Birgi Çakıroğlu Konağı, Bursa-Yenişehir Şemaki Evi gibi tarih ve mimari yönden korunması gereken konak ve evlerdir.

Yukarıda ana başlıklar altında toplanan müzelerimizden başka Askeri Müze, Deniz Müzesi, Basın Müzesi gibi çeşitli kurum ve mesleklerin de kendi alanlarında müzeler oluşturdukları görülmektedir.

Ülkemizde Tarih ve Kültürel varlıkların tespit edilerek bunların müzelerde koruma ve sergilenmelerinin sağlanması Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Müdürlüğü’nün görevidir. 1971 yılına kadar Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olan bu müdürlük bu tarihten sonra Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı’na, 1975 yılında da Kültür Bakanlığı’na bağlanmıştır. Ülke çapında kültür ve tabiat varlıklarını korumaya yönelik 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ise 1983 yılında yürürlüğe girmiştir.

Günümüzde Arkeoloji Müzeleri, Ayasofya, Türk-İslam Eserleri Müzesi, Hisarlar, Topkapı Sarayı Kültür Bakanlığı’na bağlı müzelerimizdir. Kültür Bakanlığı’na bağlı müzeler dışında Milli Saraylar Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, Halı ve Hat Sanatları Müzeleri Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, Yerebatan Sarayı, Atatürk, İtfaiye ve Şehir Müzeleri Belediyelere, Askeri, Deniz, Havacılık ve Florance Nigtingale(Selimiye Kışlası’nda) Müzeleri de Milli Savunma Bakanlığı’na bağlıdırlar. Devlet Resim ve Heykel Müzesi ise Mimar Sinan Üniversitesi’nin idaresi altında bulunmaktadır. 1988 yılında açılan Sadberk Hanım Müzesi Konya’da Koyunoğlu Müzesi gibi koleksiyon teşhirinden sonra Türkiye’de açılan ilk özel müze olmuştur.

Cumhuriyet sonrası müzeciliğe verilen önemle müzelerimizin ilk başladığı noktadan giderek daha çağdaş ve bilimsel bir kimlik kazanmaya başladığı açıktır. İstanbul Arkeoloji Müzesi, Türk-İslam Eserleri Müzesi ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin almış olduğu Uluslararası ödüller Türk müzeciliğinin gelmiş olduğu noktayı ispat etmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

Günümüzde mevcut müzelerimizin bir kısmı, müze olarak düzenlenen tarihi yapılar içinde, diğer kısmı ise yeni inşa edilen modern müze binalarında hizmet vermektedir. Bazı müzelerimizin bünyesinde laboratuar, konferans salonu, kütüphane gibi birimlerin yer almasıyla da kültür alanında önemli bir boşluk doldurulmaktadır. Fakat henüz bu müzelerimizin yeterli ilgiyi göremediği ülkemizde her yıl 18–24 Mayıs tarihleri arasında kutlanan Müzeler Haftası’nda yapılan etkinliklerle müzelerimizin önemi halka anlatılmaya çalışılmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder